Close
Yıllarca süren yargılamalar ve norm haline gelen ‘cezasızlık’

Yıllarca süren yargılamalar ve norm haline gelen ‘cezasızlık’

Onur Yaser Can, Sevag Balıkçı, Soma ve Berkin Elvan davaları

Yargılamanın yıllarca sürmesi ile yasın olağan süreçleri arasında trajik bir gerilim var. Adliye mesailerinden dolayı yas süreçleri olağan seyrinde ilerleyemiyor. Bir insanın ölümü, geride kalanlara sistematik şekilde tuz basılan bir yara haline getiriliyor.

Filiz Gazi

Adaletin işleyişinde yaşanan tıkanıklıkları, bürokratik labirentleri ve sistemin süreklileşen “cezasızlık” kültürünü anlatabilecek sayısız örnek gösterebileceğimiz davalar var.

Genel fotoğrafa bakıldığında sanığın suçunu tespit etmek ve cezalandırmak için değil zamana yayılan yıllarda faili rahat ettirmeyi amaçlayan bir nizamın içindeyiz.

Birçok annenin, babanın, evladın, kardeşin, eşin adalet talebi, yargının ağır işleyen mekanizmaları içinde defalarca sınanıyor. Yeni bir şey değil, AKP’yi de aşan kemikleşmiş bir tertip var.

Son yıllardaki değişiklik ise adaletin devletin gönlünden kopan bir şey haline gelmesi. Daha laubali, keyfe keder yargı hikayeleri duymaya başladık.

Meselenin insani tarafından söz edersek… Yargılamanın yıllarca sürmesi ile yasın olağan süreçleri arasında trajik bir gerilim var. Adliye mesailerinden dolayı yas süreçleri olağan seyrinde ilerleyemiyor. Bir insanın ölümü, geride kalanlara sistematik şekilde tuz basılan bir yara haline getiriliyor.

İfadesi ağır durabilir ama kapanmayan davalar, devlet eliyle acılı ailelerin eline verilmiş çoğu kez sonuçları da pek iyi olmayan bir uğraş, meşgale gibi.

Kayıptan sonra başlayan mahkeme salonu mesaileri yorucu. Adaletin gecikmesi ya da zaten sağlanmayacağı ihtimalinin bilinmesi mahkeme salonlarına kasvet verir, yargının ağır işleyen mekanizmaları içinde hapsolma hissi verir. Gün geçtikçe kalabalıklar azaldığında, ilgi azaldığında yalnızlık hissi de gelir.

15 YIL SONRA YENİDEN YARGILAMA: ONUR YASER CAN DAVASI

Onur Yaser Can’ın ölümünde etkisi olan polislerin yargılanması 15 yıl kadar sürdü. Bu sürede suçlular cezalandırılmış olsaydı eğer aile çoktandır yas sürecini tamamlamış olacaktı ve hayatları kaldığı yerden yaralı da olsa, eskisi gibi olmasa da devam edebilecekti.

Hayatın seyri Onur Yaser Can’ın intiharından sonra daha da sertleşti. Ölümünden 4 yıl sonra annesi Hatice Can, 2 Mart 2014’te yaşamına son verdi. Baba Mevlüt Can ise sağlık sorunları nedeniyle 2019’da dünyaya veda etti.

Bugüne geldiğimizde aileden geriye kalan tek isim Onur Yaser Can’ın kardeşi Ezgi Sevgi Can. Bugün başlayacak dava, mahkeme önlerindeki mesainin devam etmesi, ilk günlerdeki taze acının tekrardan hatırlanması, cezasızlık koridorlarına yeniden dönüş demek.

Peki, 15 yıl öncesinde ne olmuştu ve davanın seyri nasıl ilerlemişti?

28 yaşındaki ODTÜ Mimarlık mezunu Onur Yaser Can, esrar satın aldığı gerekçesiyle İstanbul’da, 2 Haziran 2010’da Narkotik Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gözaltına alındı.

İlk ifadesinde yanında avukat bulundurulmadı ve yakınlarına haber verilmedi. Çırılçıplak soyularak dövüldü. Ailesinin iddiasına göre bu dakikalarda polisler tarafından kendisine bu işten kolay kurtulamayacağı söylendi.

Doktor muayenesinde prosedürlere aykırı olmasına rağmen odaya polisler girdi. Muayeneden sonra kendisine tutanaklar imzalatıldı. Böylece işkence gördüğünü kanıtlayacak belgelerin ortaya çıkması engellenmişti.

İfade sırasında kendisine imzalatılan tutanaklar verilmedi. Can, serbest bırakıldıktan bir gün sonra yeniden Narkotik Şube tarafından ifadeye çağrıldı. Ailesine göre Can, nezarethaneden çıktıktan sonra takibe alınmıştı. Olaydan sonra başvurduğu avukatıyla verdiği ifadeleri almak istediyse de ifadeler kendisine verilmedi.

Ailesini aradı, yardım istedi

Kısa süre sonra, imzasının eksik olduğu gerekçesiyle üçüncü kez ifadeye çağrıldı. Can, ifadeye gitmesi gereken günün akşamında, 23 Haziran 2010 tarihinde yaşadığı apartmanın 3. katından atlayarak intihar etti.

Gözaltında gördüğü muamele, devamında süren evrak işleri, kolluğun korkutma amaçlı kimi söylemleri yaşadığı şeyin bitmeyeceğini düşündürdü ve bundan olsa gerek ağır stres altında hayatına son verdi. Bunları söylerken Onur Yaser Can’ın hayatında ilk kez polisle karşılaştığını da ekleyelim.

Başka bir şehirde olan ailesi, “o gün Can’ın kendilerini aradığını, başının sıkıntıda olduğunu, bunu telefonda anlatamayacağını ve İstanbul’a gelmelerini istediğini” söylemişti.

Ölümünün ardından “gözaltında çırılçıplak soyulduğunu, çömeltilerek bekletildiğini, tokatlandığını, kendisine polislere yalvaran bir kişinin sesinin dinletildiğini, kendisinden muhbirlik yapmasının istendiğini” diye bir not bıraktığı ortaya çıktı.

Onur Yaser Can’ın ailesi polisler hakkında suç duyurusunda bulundu. Can’ın ifadeleri emniyette değiştirilmişti. İşkence altında tutanak imzalatılmıştı.

İki polis hakkında düzenlenen bilirkişi raporu doğrultusunda açılan davada polisler hakkında  “kamu görevlisi olarak sahte belge düzenlemek” ve “resmi belgeyi bozmak ve yok etmek” suçlarından indirimli hapis cezaları verildi. Konu işkence suçuna getirilmemişti.

Kardeşi Sevgi Can ve avukatlarının hukuk mücadelesi

Can’ın ölümünden 9 yıl sonra, 2019’da iki polis indirimli ceza alarak, 6 yıl 5 ay hapse mahkûm edildi. Mahkeme, ayrıca işkence evrakını değiştiren 5 kişi ile ilgili suç duyurusunda da bulunmuştu. İstanbul Valiliği mahkemenin suç duyurusuna rağmen iki kez soruşturma izni talebini geri çevirdi.

Ailenin ve avukatlarının ısrarlı hukuk mücadelesi sonunda 2022 yılında biri bilirkişi, dördü polis beş kişinin yargılandığı yeni bir dava süreci başladı. Ancak açılan davada mahkeme, evrakın değiştirildiğini kabul ediyor, ancak işkenceden suç duyurusunda bulunmuyordu.

Haziran 2023’te İstanbul 41. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen karar duruşmasında 4 sanık polis, “resmi belgeyi yok etme, bozma veya gizleme” suçundan 6’şar yıl hapis cezasına çarptırıldı. Resmi Belgede Sahtecilik suçundan ise daha önceki takipsizlik kararlarını dayanak göstererek sanıklar hakkında “hüküm kurulmasına yer olmadığına” karar verdi.

Ailenin ve avukatlarının mücadelesi devam etti. Avukat Ümit Erdem, istinaf başvurusunda sanıklar hakkında işkence, cinsel saldırı ve intihara sürükleme suçlarıyla ilgili de soruşturma açılması zorunluluğunu belirtti. Buna istinaden Fatih Başsavcılığı, sanık polisler hakkında işkence, cinsel saldırı ve intihara sürükleme suçlarından verilen takipsizlik kararını kaldırdı.

İstanbul 18. Bölge Adliye Mahkemesi, 17 Kasım 2024’te işkence, cinsel saldırı ve intihara sürükleme suçları hakkında hiçbir değerlendirme yapmadan karar verdi ve hatta sanıklar hakkında evrakta sahtecilik suçu yönünden “kamu davasının düşmesine” hükmetti.

Gelinen aşamada Yargıtay kararı bozdu.

Okurken yoruldunuz ve satırları atlayarak gittiniz değil mi? Hatta buraya kadar bile gelmemiş olmanız yüksek ihtimal. Ancak geçen yıllar hızlandırılmış haliyle böyleydi.

20 Haziran’da (bugün) İstanbul 41. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargılamaya başlanılacak. Can’ın ölümünün üzerinden 15 yıl geçti. Aileden geriye bir tek Onur Yaser Can’ın kardeşi Sevgi Can kaldı. Bundan sonra yük onun ve ona destek veren insanların omuzlarında.

SİLAHLA ÖLDÜRÜLDÜ, 10 YIL SONRA KARAR VERİLDİ: SEVAG BALIKÇI DAVASI

Sevag Şahin Balıkçı, Ermeni Soykırımı’nın anıldığı gün olan 24 Nisan’da, 2011 yılında Batman’ın Kozluk ilçesinde, Gümüşörgü Jandarma Karakolu’nda zorunlu askerlik yaparken, karakol çevresine çit örme görevi sırasında diğer zorunlu askerlik yapan Kıvanç Ağaoğlu’nun silahından çıkan kurşunla öldü. Balıkçı’nın terhisine 20 gün kalmıştı.

Baba Garabet Balıkçı ise tesadüf ki yine aynı tarih olan 24 Nisan sabahı, 2022’de kabristana gitme hazırlığındayken evinde geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybetti.

Elbette zincirleme sonuçları olabilecek bir yıkım ve sonrasında olanlar benzerlik gösterir. Az evvel Onur Yaser Can’da okuduğunuz gibi.

Değiştirilen ifadeler ve tutanaklar

Sanık Ağaoğlu hakkında askeri mahkemede dava açıldı. İfadesinde silahın kazayla ateş aldığını söylemişti. Görgü tanığı diğer zorunlu askerler ise ilk ifadelerinde Ağaoğlu’nun silahı Balıkçı’ya doğrulttuğunu söylediler.

Bu ifadelere göre Kıvanç Ağaoğlu silahın emniyetini açmış ve Balıkçı’ya tutarak ateş etmişti.

Ayrıca yine o günlerde Balıkçı’nın vurulmasının ardından komutanların bir buçuk saat arayla, birbiriyle çelişen iki tutanak düzenlediği ortaya çıktı. İlk tutanakta, Ağaoğlu’nun silahını Sevag’a doğrulttuğu, ikinci tutanaktaysa Sevag’ın “kazara öldüğü” yazılmıştı.

Ağaoğlu tutuklandı. Ancak görgü tanıkları ilk duruşmadaki ifadelerini değiştirecekti.

İlk duruşma 30 Temmuz 2011’de görüldü. Görgü tanığı askerler ifadelerini değiştirerek, silahın “şakalaşma” sırasında ateş aldığını söylediler.

Oysa bilirkişi raporunda silahın kendiliğinden ateş almadığı tespit edilmişti.

Ağaoğlu serbest bırakıldı. Balıkçı ailesinin Avukatı olan Cem Halavut’tan aldığım bilgiye göre Ağaoğlu bu süreçte 1 ay cezaevinde kaldı.

26 Mart 2013’te Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı Askeri Mahkemesi, Sevag Balıkçı’nın kazara öldürüldüğüne karar vererek, “Bilinçli taksirle insan öldürmek” suçlamasıyla Ağaoğlu’nu 4 yıl 5 ay 10 gün hapis ile cezalandırılmasına hükmetti.

Karakolda görevli astsubay Sadrettin Ersöz’e ise “görevi ihmal” suçlamasıyla 5 ay hapis cezası verdi, hükmün açıklanmasını geri bıraktı.

Olaydan 10 yıl sonra karar

2014 yılında Askeri Yargıtay tarafından karar bozuldu.

Sivil mahkemede yapılan yargılama neticesinde sanık, belirlenen fail Kıvanç Ağaoğlu’na kasten değil, olası kastla öldürme suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezası verildi. Mahkeme, Kıvanç Ağaoğlu’nun “ölürse ölsün” diyerek ateş ettiğini varsaydı.

Tanıklardan Halil Ekşi, ilk ifadesinde Kıvanç Ağaoğlu’nun silahı bilerek ateşlediğini söylese de daha sonra bu ifadesini ‘olayın kazara olduğunu, Sevag’la şakalaştıklarını’ şeklinde değiştirdi.

Hakkında “yalancı tanıklık”tan dava açılması üstüne Ekşi, sanık Kıvanç Ağaoğlu ve akrabası Bülent Kaya tarafından tehdit edildiğini, bu nedenle ifadesini değiştirdiğini açıkladı.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası askeri mahkemelerin kaldırılması sonucu dosya Kozluk Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.

Kozluk Asliye Ceza Mahkemesi, Balıkçı Ailesi’nin avukatlarının dosyanın Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesi talebini kabul ederek, dosyayı Batman Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

Dava 2 Nisan 2019’da Batman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlandı.

2021’de olaydan 10 yıl sonra Ağaoğlu, olası kastla öldürme suçundan 16 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı ve tutuklandı.

Bugün birçok gazeteci, muhalif isim kaçma şüphesiyle tutuklanıyor. Sanığın, bu uzun dönem zarfında yurtdışına kaçma imkanına sahip olduğunu da ekleyelim.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi 13 Temmuz 2021 tarihinde oy çokluğuyla açıkladığı onama kararıyla sanık Kıvanç Ağaoğlu’nun 16 yıl 8 aylık hapis cezası kesinleşti. Sevag Balıkçı, kasten öldürülmüş olmasına rağmen Yargıtay, sanığın olası kastla hareket ettiği gerekçesiyle cezasında yapılan indirimi de onamış oldu.

Bir üye hakim ise Ağaoğlu’na kasten öldürme suçundan ceza verilmesi gerektiğini savunarak, şöyle dedi:

“Sanık mermiyi namluya sürmüş, maktule doğrultmuş, öleceğini bilerek ve muhakkak şekilde öngörerek ateş etmiştir. 1-2 metre mesafeden vücudun öldürücü nahiyesine bilerek ateş edilmesi sonucu meydana gelen ölüm, kasten öldürme suçudur.”

Avukat Cem Halavut’un verdiği bilgiye göre denetimli serbestlik gibi faktörler göze alınırsa Ağaoğlu 8 yıl kadar bir süre cezaevinde kalacak. Çıkması eli kulağındadır.

11 YIL GEÇTİ, 2025 İTİBARİYLE TUTUKLU SANIK YOK: SOMA DAVASI

13 Mayıs 2014’ü Soma’da, Eynez Maden Ocağı’nda madencilik alanlarında yaşanan, göz göre göre gelen ‘kazalar’dan biri yaşandı. Madende yaşanan çöküntü sonucunda tam 301 işçi hayatını kaybetti. Olayın üzerinden 11 yıl geçti.

Davanın ilk duruşması, bir yıl sonra Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlamıştı; 51 sanıktan 5’i tutuklu yargılanıyordu. Madenin patronu Alp Gürkan ve diğer yönetim kurulu üyeleri bilirkişi raporunun ardından ve yaklaşık bir buçuk yıl sonra davaya dahil edilebildi.

11 Temmuz 2018’deki karar duruşmasında 51 sanığın 14’ü ceza alırken geri kalanlar beraat etti. 5 tutuklu sanığın 15 yıl ile 22 yıl 6 ay arasında değişen hapisle cezalandırılmasına, 9 sanığın adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasına, 37 sanığın ise beraatine karar verildi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı MİGEM, Çalışma Bakanlığı Müfettişleri bilirkişi raporlarına rağmen yargılamaya dahil edilmemişti.

Soma Kömür İşletmeleri AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan 15 yıl, Genel Müdür Ramazan Doğru 22 yıl 6 ay, İşletme Müdür Yardımcısı İsmail Adalı 22 yıl 6 ay, İşletme Müdürü Akın Çelik 18 yıl 9 ay, Maden Mühendisi Ertan Ersoy 18 yıl 9 ay hapis cezası aldı.

Mahkeme ayrıca Can Gürkan’ı 3 yıl süreyle maden faaliyetlerinde bulunmaktan men etti. Diğer tutuksuz yargılanan sanıklar tekniker, mühendislerden oluşuyordu. Aralarında şirketin patronu (Can Gürkan’ın babası) Alp Gürkan’ın da bulunduğu 37 kişi beraat etti.

301 işçi kendiliğinden ölmüş gibi

Patron Can Gürkan, 18 Nisan 2019’da yurt dışına çıkış yasağıyla tahliye edildi. Yani en üst sorumlu sadece 5 yıl hapiste kaldı.

30 Eylül 2020’de Yargıtay 12. Ceza Dairesi kararı bozdu ve bazı sanıkların “Olası kastla 301 kez öldürme ve 162 kez yaralama’ suçundan yargılanmasını istedi. Soma Kömür İşletmeleri A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın da aralarında bulunduğu 4 sanık, bozma kararının ardından 13 Nisan’da Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargılanmaya başlandı.

2021 yılında 12. Ceza Dairesi’ndeki heyet değişikliği sonrasında sanıklar ‘bilinçli taksirle çok sayıda kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma” suçundan yargılandı.

9 Şubat 2021’de Ramazan Doğru, Akın Çelik, onun Yardımcısı İsmail Adalı, hapis yattıkları süre göz önünde bulundurularak tutuksuz yargılanmalarına karar verildi.

Bugüne geldiğimizde Soma davası kararların temyize gitmesi nedeniyle halen netleşmiş değil ama zaten davada tutuklu sanık kalmadı. 301 işçinin ölümüyle sonuçlanan toplu cinayet kendiliğinden olmuş gibi elde avuçta tek bir tutuklu sanık yok. Dava dosyasını takip eden ailelerin avukatlarından Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay ise tutuklu.

Sembolik cezalar ve kısa süre sonra tahliyeler

Davayı takip eden çoğu kişiden duyduğum en özet ifadeyse şu: Patron Can Gürkan, faciada ölen madenci başına altı gün hapis yattıktan sonra, 2019 yılında tahliye oldu.

2023 yılı sonunda ise toplam 28 kamu görevlisi hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan dava açıldı.

Dava 8 Mayıs 2024’te başladı. 29 Nisan 2025’te, Soma 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen karar duruşmasında 28 kamu görevlisinden 10’u beraat etti, 18’ine sembolik hapis cezaları verildi. Zaman içinde infaz düzenlemeleri ve COVID-19 izinleri yoluyla tahliye oldular.

11 YIL SONRA KARAR KESİNLEŞTİ: BERKİN ELVASI

Berkin Elvan, Gezi Parkı protestoları sırasında, 16 Haziran 2013 tarihinde, polis tarafından atılan gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucu yaklaşık dokuz ay -269 gün- komada kaldıktan sonra 11 Mart 2014 tarihinde hayatını kaybetmişti.

Davanın ilk duruşması, Berkin Elvan’ın ölümünden 3 buçuk yıl sonra 6 Nisan 2017’de, İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.

Çoğu duruşmayı Hafıza Merkezi için takip ettim, raporlarını yazdım. Duruşma notlarım şuradan okunabilir. (https://www.failibelli.org/dava/berkin-elvan-davasi )

18 Haziran 2021 tarihli karar duruşmasında, İstanbul 17’nci Ağır Ceza Mahkemesi, Dalgalı’nın ‘olası kastla insan öldürme” suçunu işlediğine hükmetti ve sanığa yurt dışına çıkış yasağı getirdi.

Karar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1’inci Ceza Dairesi tarafından da onanmıştı. Sanık avukatları dosyayı son olarak Yargıtay’a taşıdı.

Yargıtay, 16 Mayıs 2025’te Fatih Dalgalı’ya verilen 16 yıl 8 aylık hapis cezasını onadı. Böylece Elvan’ın ölümünden 11 yıl sonra davada karar kesinleşmiş oldu.

Sanık bir tek gün dahi cezaevi yüzü görmedi

Fakat sanık Fatih Dalgalı bugüne kadar tek bir gün bile cezaevinde kalmadı ve hatta görevinden dahi uzaklaştırılmadı. Hiçbir duruşmaya gelmedi, getirilmedi.

Dört davayla Türkiye’deki uzun yargılamalar aşağı yukarı böyle. Elinizi atsanız onlarcası var.

Hukukçulara göre, kanunda “makul sürede yargılanma hakkı” temel unsurlardan biri.

Ve hatta her türlü davada uzun yargılama nedeniyle tazminat talep edilebiliyor.

Anayasa’nın 141/4. Maddesi; “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” şeklinde düzenlenmiş.

MEŞRUİYET KRİZİNİN KALBİ: CEZASIZLIK

Çözüm, kritik zamanlarda ortaya atılan yemlerden biri olan yargı reformlarında değil. Yargı, yeri geldiğinde bugüne kadar var ola gelmiş tertip ve nizamın en büyük yardımcılarından biri olarak yerini hep korudu.

Başta da dediğim gibi… AKP’li yıllara mahsus bir şey de değil bu durum. Faili hiç bilinmeyenler unutuldu gitti. Esas mevzunun anlaşılması bakımından yan yana sıralanmasında bir beis yoksa eğer; Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Vedat Aydın, Musa Anter, Eşref Bitlis ve daha birçok isim gibi. Bugün Uğur Mumcu’nun dava sürecini, nasıl sonuçlanamadığını konunun ilgilisi ve yakınları dışında bilen yoktur.

Yapının kendisi ‘failin rejimi’ olduğu için bu anlamdaki kurumsal süreklilik bir devlet içtihatı. Ve ne yazık cezasızlık döngüsünü kırmak bugünden yarına mümkün gözükmüyor. Çünkü meşruiyet krizinin kalbi, cezasızlığın kendisi olarak görünüyor.

Karakolda işkence gören bir genç, kafasına gaz fişeği atılan bir çocuk, meraklı, araştıran bir gazeteci farklı örnekler değildir aslına bakarsanız. Nizam-ı alem olduğu gibi tutulduğu sürece sonsuz ömürlüdür, ebed-i müddettir. Sağına soluna nedir diye bakmaz, ondaki tek ölçü suçlunun kendinden olup olmadığıdır.

 

 

 

 

 

 

 

Close