17 yaşındaki Alperen Enes Ural, doğalgaz borusu döşerken ikinci kattan düşerek öldü. Maden işçisi baba Faruk Ural, “İstinaf, iş yeri sahibine yerel mahkemenin kestiği cezayı onadı. Devletin kestiği ceza 36 bin TL’ydi. Bu parayla konu kapandı. Zaten 20-25 gün yatmış, sonra bırakılmıştı. Suçu, çocuğumun başındaki usta öğreticinin başına yıktılar,” diye anlatıyor.
FİLİZ GAZİ
17 yaşındaki Alperen Enes Ural, Manisa’nın Soma ilçesinde Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) kapsamında stajyer olarak çalıştığı inşaatta, doğalgaz borusu döşerken ikinci kattan düşerek hayatını kaybetti. 18 Mayıs’ta bilinci kapalı bir şekilde hastaneye kaldırılan Ural, 23 Mayıs 2024’te yaşamını yitirdi.
Alperen Enes Ural, çalışmaması gereken bir gün olan cumartesi günü, 8-9 kiloluk doğalgaz hortum rulosunu taşırken öldü. Babası ondan üzerine basa basa “Çok temiz, sakin, edepli bir çocuktu,” diye bahsediyor. Hayır diyemeyen, ne denilirse yapan bir çocuk, insafsız bir patronun eline düştüğünde olacakları aşağı yukarı bu memlekette herkes biliyor. Alperen’in efendiliği, böylesi vahşi düzende onun için dezavantajdı.
20 Aralık 2007’de yeraltı maden işçisi bir babanın oğlu olarak Manisa Alaşehir’de doğdu Alperen Enes Ural. Baba Faruk Ural’a uygun olup olmadığını öğrenmek için mesaj attığımda yeraltındaydı. Birkaç saat sonra, yer üstüne çıktıktan sonra yanıtı geldi. Akşam saat 8 gibi konuşabildik. Öncesinde ise evlerine yakın olan Alperen’in mezarlığını ziyaret ettiğini anlattı.
“18 Mayıs Cumartesi günü olay yaşandı. İş günü değildi. Her şeyden önce çocuğun orada bulunmaması gerekiyordu, ona yükledikleri işi yapmaması gerekiyordu. MESEM’de çırak vasfıyla okuyan bir çocuğun görevi, ustasını sadece gözüyle takip etmektir. İşi anlamaya çalışmak, tehlikeli olmayan yerlerde ustanın istediği şeyleri ona getirmek, götürmektir. Ben de madende mekanikçiyim. Çocuğumun omzunda 8-9 kiloluk doğalgaz hortum rulosu vardı. O ağırlıkla balkona çıkıyor. Yapılış tarzı teknik olarak da yanlıştı.

Ama nasıl düştüğü Allah’a malul, bize meçhul. Bize söylenilen, dengesini kaybettiği, balkon demirine dayanıp hortumu deliğe sokmaya çalıştığı. İşin talihsiz tarafı balkon demirinin çürümüş olması. Ben eve gittim. Balkon demirinin kıyısına köşesine tuttuğumda, kara biber gibi elimde ovuşturup toz haline getirebiliyordum. O kadar çürükmüş yani. Balkon demiri aşağıya düşüyor, arkasından Alperen düşüyor. Çocuğum alnının üzerine düştü. Düştüğü an bilinci kapanıyor ve beş gün boyunca bir daha emanetini teslim edene kadar uyanamıyor.”
“DAVA, İŞ YERİ İLE USTA ÖĞRETİCİ ARASINDA GİDİP GELDİ”
Alperen, MESEM’e kendi isteğiyle mi gitmişti peki?
“MESEM’e elinde lise diploması olsun diye gitmek istedi. Okumayı çok seven bir çocuk değildi. Bundan önce yarım dönem imam hatibe gitti, orada yapamadı. Sonra meslek lisesine geçti. Okuduğu bölümde öğrenci azalınca, o bölümdeki öğrencileri MESEM’e aktardılar.
İş baskısı vardı. Resmî olarak çalışması gereken sürenin üzerinde çalışıyordu. Patronları baba- oğuldu. Normalde işin başında makine mühendisi olan oğlu vardı. Oğlu, Alperen’in düştüğü gün askeriyeye teslim olmuştu. Babası ise elektrik ustası, başka bir yerde çalışıyordu. Aynı zamanda bu dükkâna da bakıyordu. Mahkemede, ‘Dükkânın başında vekâleten bulunuyordum’ gibi ifadeler kullandı.”
“ZATEN 20- 25 GÜN YATTI, BU KADAR”
Alperen’in dosyasında patron ve ustabaşı yargılanıyor. Baba Faruk Ural, en az bir hukukçu kadar detaylı anlatıyor:
“Herkes birbirine suçu attı. İlk bilirkişi raporunda Alperen’in tamamen suçsuz olduğuna dair ifadeler varken, bilirkişi heyet raporunda, ‘16 yaş, bilmem kaç ay, bilmem kaç gün olması münasebetiyle, Alperen’in kendisine yapılan uyarı ve ikazları anlayacak, idrak edebilecek kabiliyete sahip olması nedeniyle, kendi kişisel güvenliğini tehlikeye attığı için az derecede de olsa tali kusurlu olduğu’ yazıyordu. (Telefonda belgeyi bularak okudu) Bu ifadeler çok ağrıma gitti.
İstinaf, iş yeri sahibine buradaki yerel mahkemenin kestiği cezayı onadı. Devletin kestiği ceza 36 bin TL’ydi ve bu parayla konu kapandı, kurtuldular. Zaten 20-25 gün yattı, ilk duruşmadan sonra bırakıldı. Suçu çocuğumun başındaki usta öğreticinin başına yıktılar. Ustanın cezasının da, yerel mahkemenin verdiği cezanın artırılması suretiyle 3 yıl 4 ay olacağı söylendi.”
“EVLADIMIN CANI ÜZERİNDEN PAZARLIĞA GİRMEDİM”
Faruk Ural, konuşmasının bir yerinde “Allah’ın takdiri” sözünü geçirince “Ama diğer taraftan, ‘Tedbir kuldan, Takdir Allah’tan’ da denilir” diyorum. “Haklısınız” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Tedbirin ömrü uzattığına inananlardanım. Bütün hukuksuz durumlar iş yerine atfedilmiş olmasına rağmen; alınması gereken güvenlik tedbirleri, kişisel koruyucu donanım malzemeleri, çocuğun sorumluluğu olmayan işin ona yüklenmesi gibi, davanın seyri, iş yeri ile o esnada işin başında olan usta öğretici arasında gidip geldi.
Ben aşırı inançlı bir insanım. Babam da 32 yıl bu devlete hizmet etmiş imamdır. Bizi de öyle yetiştirmiştir. Parayla pulla, üç günlük dünyada birisinin hakkına hukukuna girmek istemediğim için böyle bir şeye tenezzül etmek aklıma bile gelmemişti. O sebepten ötürü tazminat davası açmamıştım. Fakat 10 ay sonra, eşin dostun baskısıyla, bana takındıkları tutum ve söyledikleri sözlerle dava açmaya karar verdim. Çok ağır duygusal ifadeler kullandılar. ‘Benim yeğenim toprak altında, bunlar ceza almazsa, yeğenimize yanlış olmayacak mı?’ diye…
Cenazeye geldiler. Oğlu askerden geldikten sonra geldi. Geçen Ramazan Bayramı’nda, bizim dava açtığımız dönemde babası aradı. Önce bayramımı kutladı. ‘Sağ olun, Allah razı olsun, sizin de bayramınız mübarek olsun’ dedim. Sonra ‘Ya bir şey soracağım, bir dava açılmış. Biz size daha önce herhangi bir ihtiyacınız var mı diye sorduk, yanınızda olduk. Buna rağmen bu dava neyin nesi?’ dedi.
Hesap sorarmışçasına, amiyane tabirle küstahça konuşmaya başlayınca, ‘Abi,’ dedim, ‘sen beni bayram için aramamışsın, belli ki hesap sormak için aramışsın. Aslında hesap sorulması gereken sensin, burada bir terslik var.’
Ben evladını kaybeden bir baba olarak, senin benim yanında bulunduğunu iddia ettiğin o süre boyunca, her şey çok sıcakken, acımı çok derinlerde yaşarken, evladımın canı ve kanı üzerinden seninle maddi pazarlığa girecek kadar aşağılık bir insan değilim, dedim. ‘Kendine iyi bak’ deyip, telefonu kapattım.”
“ÇOK TEMİZ, EDEPLİ, SESSİZ BİR ÇOCUKTU”
“Alperen gayet ahlaklı, sessiz sakin bir çocuktu. Ağzından tek bir küfür, kötü söz duymuşluğum olmadı. Şu an ortaokul çağındaki çocukların içinde bulunduğu olumsuz durumu siz de farkındasınızdır. Her şeyin en iyisini Rabbimiz bilir, o tartışılmaz. Çok temiz, edepli, sakin bir çocuktu. ‘Armut, dibine düşer’ kabilinden bize benziyordu, bizim gibiydi. Şimdi onun ufağı, bir kızımız kaldı.
Sizle konuşmadan az önce yanındaydık, Görüşüyoruz, konuşuyoruz. Kabristanı evimize yakın. Her fırsatta gidebilme imkânımız var. Biz görevimizi yerine getiriyoruz, en iyisini yine Cenab-ı Hak biliyor.”

AİLENİN AVUKATI: İŞVEREN, ÇOCUĞA SUÇU ATTI
Ailenin avukatı, işverenin tedbirli olmadığı gerekçesiyle suçu Alperen Enes Ural’e yüklediğini; çocuğun dikkatsiz davrandığı için düştüğünü ileri sürdüğünü şöyle anlatıyor:
“İşveren, çocuğun dikkatsiz davrandığını, balkon korkuluğunun çürük olduğunun herkese duyurulduğunu, buna rağmen bunu bildiği hâlde dikkatsiz davrandığını iddia etti. İstinaf mahkemesi buna itibar etmedi. İşveren açısından değil, diğer ustabaşı olan sanık yönünden bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması gerektiğine karar verdi. Dosya, o şahıs yönünden şu an temyizde.
İş yeri sahibine, olay esnasına orada olmadığı gerekçesiyle basit taksirden karar verildi ve cezası kesinleşti. Asıl tedbirleri alması gerekenin ustabaşı olduğu gerekçesiyle, onunki de basit taksir olarak değerlendirildi.”
“İLK RAPORDA ÇOCUĞUN KUSURSUZ BULUNDU, DİĞERİNDE KUSUR ATFEDİLDİ”
Soruşturma ve yargılama sürecinde olay yerinde keşif yapılmadığını, daha önce gerçekleştirilen incelemeler üzerinden birden fazla bilirkişi raporu alındığını belirten avukat, hâkimin karar verme sürecinde aceleci davrandığını söylüyor.
Hem savunma hem de müşteki tarafın bilirkişi raporlarına itiraz ettiğini ifade eden avukat, soruşturma aşamasında hazırlanan ilk raporda çocuğun kusursuz, iki sanığın ise kusurlu bulunduğunu; buna karşılık mahkeme tarafından alınan raporda ölen çocuğa da kusur atfedildiğini şu sözlerle anlattı:
“Keşif yapılmadı. Daha önce yapılan incelemeler üzerinden tekrar tekrar rapor alındı. Hâkim, karar vermek için biraz acele etti. Her iki tarafın da bilirkişi raporuna itirazı vardı. Çünkü ilk soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporu, çocuğun tamamen kusursuz olduğunu, diğer iki sanığın kusurlu olduğunu söylüyordu. Ancak mahkeme tarafından alınan bilirkişi raporunda ölen çocuğa da kusur verildi. İki rapor arasındaki çelişki giderilsin diye itiraz ettik. Bunlar göz ardı edilerek karar verildi. Dosyaya kamuoyunun da ilgisi olduğu için bir an önce elden çıkarılmak istendiğini düşünüyorum. Kötü niyetli atfetmiyorum.”
Dosyada çocuk yaşta bir işçinin, çalışmaması gereken bir günde çalıştırıldığı ve yeterli iş güvenliği önlemlerinin alınmadığına dair çok sayıda hususun bulunduğunu vurgulayan avukat, işveren hakkında verilen cezanın para cezasına çevrilmesini yanlış bulduğunu söyledi:
“Duruşmalarda bir taraf daha üstün tutulup, diğer tarafın gerilmesine neden olan bir ortam olmadı. Fakat, dosyada ölen bir çocuk olduğu için, çalışmaması gereken bir günde çalıştırıldığı ve güvenlik tedbirleri alınmadığı için işveren açısından aleyhe değerlendirilebilecek çok husus vardı. Bence paraya çevrilmesi yanlıştı. Basit taksirden değerlendirme yapılacaksa bile hapis cezası uygulanmalıydı.”
MESEM, BAĞIMSIZ BİR ÜLKENİN GERÇEKLİĞİ OLAMAZ
Alperen’in ailesi ve MESEM’de çocuklarını kaybeden bütün aileler, “Nasıl kaybettiniz?” sorusuna aynı yerden başlar:
“MESEM’de öğrenciydi.”
Bu cümle artık bir sistemin özeti ve ne yazık ölen çocukların delil olması nedeniyle de itiraf niteliğinde ölümün de adresi. Devletin sorumluluğunda, Milli Eğitim’in uygulama diye sunduğu bir düzenin içinde çocuklar ölüyor. Sermaye sahipleri, paranın tek değer olduğu piyasa düzeninde çocukları kullanıyor.
Bu, bağımsız bir ülkenin taşıyabileceği bir gerçeklik olamaz, olmamalı; bu, insan hayatının ucuz, emeğin sömürülebilir, çocuğun harcanabilir olduğu sömürge düzenlerine özgü karanlık bir yönetme biçimi.
