Close
MESEM DOSYASI 3/ SANAYİDEKİ ÇOCUKLAR ANLATIYOR

MESEM DOSYASI 3/ SANAYİDEKİ ÇOCUKLAR ANLATIYOR

MESEM’li bir genç “Küçükken bunun hayalini kurmazdım. Kim kaportacı olmak ister ama bu mantıklı geldi,” diyor. Bir başka genç yaşadıklarını “Patron sinirliydi, genelde bağırırdı. İki yıl orada çalıştım. Hakaret ederdi, zekamı küçük görürdü. Salak derdi herkesin içinde. Bir şey diyemiyordum. İşe gidesim gelmiyordu, uyuyamıyordum, kalkasım da gelmiyordu,” sözleriyle anlatıyor.

FİLİZ GAZİ

Gaziosmanpaşa’da Yüksel Kaya Mesleki Eğitim Merkezi, Sultangazi’de Ahi Evran Mesleki Eğitim Merkezi öğrencileri, Sanko Oto Sanayi Sitesi’ndeki atölyelere yönlendiriliyor. Dükkanların çoğunda üçer beşer, yaşları 14 ile 17 arasında değişen çocuklar çalışıyor. Hemen hepsi motor-mekanik öğrencisi.

Mesleğin doğası gereği üzerleri kir pas, boya, makine yağı içinde. Boşta duran tek bir çocuk yok; bazıları tonlarca aracı kaldıran liftler altında, bazıları kaportanın etrafında kümelenmiş. Biriyle konuşmaya başladığınız anda patronları hemen yanınızda beliriyor. Bu yüzden konuştuğum çocuklar rahat değildi; kesik kesik, düşük seslerle konuşmaya çalıştık.

Sanayi sitesindeki bu manzaranın devlet eliyle yürütülen eğitim sisteminin bir parçası olduğunu bilmeseniz, buranın yasal bir yer olmadığı sanılır. Bu yüzden içeride sıradan bir suç mahallindeki kadar tuhaf rahatlığın olduğunu görmek hem kafa karıştırıcı hem huzursuz edici.

DEVLETİN GÖLGESİNDE ÇOCUK İŞÇİLİĞİ: HAFTADA 66 SAAT ÇALIŞIYORUZ

Çocuklar, okulda başarılı olamadıkları ya da “ileride dükkân açmak” istedikleri için MESEM’i seçtiklerini söylüyorlar. Aralarında hayatlarını sorgulayanlar var ama çoğu “ağaç yaşken eğilir” fikrini içselleştirmiş.

Yaklaşık 30’a yakın MESEM’li çocukla konuştum. Sadece fiziksel olarak değil hayalleri de tek tipleştirildikleri için bir aşamadan sonra yüzleri aynı gelmeye başladı. Hükümet, sermaye tarafından üretim bandına dahil edilen binlerce çocuğun “ucuz iş gücü” torbasına sokulması gibi. Yani aslında buraya uyum sağlamak gibi bir şey bu.

Resmiyette haftanın dört günü iş yerinde, bir günü okulda olmaları gerekiyor ama hemen hepsi haftanın altı günü çalışıyor. Koca kapılı sanayiden içeri girdiğinizde, oto tamir dükkânlarının içindeki çocukların bir o kadar da yalnız çocuklar olduğunu -ilk anlarda adını koyamasanız da- hissediyorsunuz. Aslında esas “sahiplenildikleri” yer sanayiler. Onlar 14 yaşlarından sonra sanayinin çocukları. Dipten hissedilen ağır hissin nedeni ise yasal sömürü karşısındaki çaresizlik.

Görüştüğüm tüm öğrenciler sabah 08:30’dan akşam 19:30’a kadar çalıştığını söyledi. Günün 11 saati oto sanayideler. Aldıkları maaş tam tamına 6 bin 632 TL. Bu da zaten devlet tarafından işverene verilen ücret.

İŞVEREN: MESEM OLMASA SANAYİDE ELEMAN BULAMAZSIN

15 yaşındaki Ö. E. beş aydır çalışıyor, hayali kendi dükkânını açmak. Sorularımın hiçbirinde yüzüme bakmadı. Ö. nerdeyse ilkokul öğrencisi gibi duruyor; o kadar ki eğilip yüzüne bakma ihtiyacı duyuyorum. Gerçekten dediği yaşta mı diye… İşi başından aşkın, biri lastik şişirme kompresörüne basarken o aracın altında bir şeyleri kontrol ediyor. “Küçükken hem Kur’an kursuna gidiyordum hem okula.” “Küçükken” sözcüğünü sanki çoktan çocukluğu geride bırakmış gibi söylüyor. İçimden “Sen hala çocuksun” demek geçse de bu esnalarda tam karşımdaki patron beni süzdüğü için ses etmiyorum.

Üç dört öğrencinin çalıştığı bir başka dükkânda ise çocuklarla kısacık da olsa konuşmama izin verilmedi. Zaten mecburi istikamet olduğundan, biraz da rengimi belli etmemek için MESEM’in nasıl bir sistem olduğunu dükkân sahibine sordum:

“Güzel bir sistem. Ortaokulu bitirip liseye geçerken devlet güzel bir şekilde işe teşvik ediyor. Gençlerle sağda solda, sokaklarda uğraşacağına kadar veya gençler değişik işlere girene kadar buraya girmeleri daha iyi. Hem çalışıyor hem lise diplomasına, mesleğine sahip oluyor.”

Denetim var mı, nasıl diye soruyorum. “Hocalar ayda bir iki defa gelir. İmzasını, kaşesini verip gönderiyorum.”

Çocuklarla konuşmak için şansımı bir kez daha denediğimde ise “Çok da konuşmaya gerek yok bence. Lisenin 12 sene mecburi olmasını doğru bulmuyorum ama bu sistem iyi. MESEM olmasa sanayide eleman bulamazsın. Gerçekten güzel bir sistem, ben şahsen memnunum yani,” diyor.

İmâlı bakışlar altında dükkânın önünden hızlıca ayrılıyorum.

MESEM’Lİ ÖĞRETMEN: DENETİM VAR AMA ARADA KALIYORUZ

Oto sanayinin sokağında bir şeyler taşırken rastlaştığım M. F., 15 yaşında. Denetime gelen öğretmeni sorduğumda “Abla geliyorlar ama iş yerinde miyiz diye bakıyorlar. İş güvenliği falan bakmıyorlar,” diye anlatıyor.

Peki denetime gelen öğretmenle konuşabiliyor musunuz diye soruyorum: “Yok abla, ustabaşının yanında derdini nasıl anlatacaksın?”

Bir gün önce Gaziosmanpaşa Yüksel Kaya Mesleki Eğitim Merkezi’nden konuştuğum bir öğretmen durumu şöyle özetlemişti: “Devletin daha aktif olması gerekir. İşvereni uyardığımızda ‘çocuğu işten çıkarırım’ tehdidiyle karşılaşıyoruz. Bu da bizi zor durumda bırakıyor. Sonrasında iş bulamamasından endişe duyuyoruz. Bu şekil arada kalıyoruz. Mesela işveren, öğrenciyi uygunsuz saatte çağırıyor. Öğrencilerimizi çalışma saatleri konusunda sürekli uyarıyoruz.”

Ona neden MESEM dediğimde ise “Okumak benlik değildi. Ama benim burada olmam ailemin hatası. Uzun abla, boş ver,” diyor.

MESEM’Lİ ÖĞRENCİ: BU DEĞİLDİ HAYALİM, SADECE MANTIKLI GELDİ

Bir başka dükkândayım. E. H. ve H. E, 14 yaşındalar. Haftanın altı günü çalışıyorlar. “Yetiyor mu?” dediğimde, biri omuz silkip “Yani…” diyor. Konuşmanın devamını dükkân sahibi gülerek tamamlıyor:

“Ben 11 yaşında çalışmaya başladım, bunlardan bile küçüktüm. Okuyanların çoğu meslek sahibi bile olamıyor. Buranın en azından garantisi var.”

Şakalı süren sohbet havasını bozmadan “Bu çocuklar da gençliğini yaşayamıyor,” diyorum. “Ben de yaşayamadım. 45 yaşındayım, 35 yıldır çalışıyorum” diyor. Biz konuşurken oto kaldırma aracı olan liftin altında çalışmaya devam eden çocuklardan biri “Abi sen yaşayamadın diye ben niye yaşayamıyorum” diye yanıt veriyor. “He işte, bak” diyorum, yani öyle birden, istemsiz, genci alkışlar gibi.

“Var mı istediğin başka bir şey? Doktor olabilecek misin? Ben de isterdim kağıt kalem tutmayı. O potansiyel bizde yok” diye konuşmaya devam ediyor iş veren. Potansiyel lafına takılıyorum. Herkesin kendine göre potansiyeli vardır gibi bir şeyler geveliyorum. Çocuklar zaten artık sessiz, işlerine devam etmek zorundalar.

Yanıt veren çocuğa “İsteğin bu muydu?” diye sohbetin dışında, sessizce sorunca “Küçükken bunun hayalini kurmazdım. Kim kaportacı olmak ister. Bu mantıklı geldi” diye yanıt veriyor.

PATRON: GEÇEN SENE ELEMAN BULAMUYORDUK

Bir başka atölyede önünde üç çocuk, patron olduğu belli olan 50’li yaşlarda biri var. Başları kaportanın altında. Çocuklar nasılsa rahat konuşamayacak diye MESEM’i yine işverene soruyorum:

“Çocukken bu işler öğrenilir, sonradan olmaz. Sonra olan A101’de çalışmaya başlıyor. Burada çalışması daha mantıklı, devlet doğru bir şey yapıyor. Okula yine gidiyorlar, sosyalleşmeleri var. Geçen sene eleman bulamıyorduk, şimdi bir dükkâna 250 tane eleman düşüyor. Okuyarak bir şey olunmuyor, herkes artık bir şeyleri anlıyor.”

Aracın başındaki çocuklara gülümseyerek “Katılıyor musunuz, gerçi nasıl katılmayasınız” dediğimde, benim aksime çok daha ciddi yanıt geliyor: “Ağaç yaşken eğilir abla.”

Öğlen üç sularında Sanayi Sitesi’nden ayrılıyorum. İki gün sonra tekrar gelmek üzere…

MESEM’Lİ ÖĞRENCİ: PARA YETMEDİĞİ İÇİN PAZAR GÜNLERİ DE ÇALIŞIYORUM

17 yaşındaki E. T.’yle telefonda konuşuyoruz. Süheyl Erboz Mesleki Eğitim Merkezi’nde öğrenci, Ümraniye, Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’nde çalışıyor. “Sesin büyük geliyor” deyince, “Yaşlandırdılar abla bizi,” diyor.

“Saat 08:30, akşam 19:30- 20:00. Çok fazla çalışıyoruz. Oturup nefes alacak zaman olmuyor. Bugün Pazar ve benim ek ücrete ihtiyacım olduğu için başka işe gideceğim. MESEM’in verdiği para 6 bin TL, yetmiyor. Babam asansör parçası satıyor, annem ev hanımı. Abim de eski MESEM mezunu.

Patronla hiçbir sıkıntım yok. Herhangi bir küfür, hakaret yok. Patron olması gerektiği gibi. Disiplinli… Çalışan için patron olana kadar bütün patronlar kötüdür.

12 yaşından beri çalışıyorum. Küçükken arabalara meraklıydım. Kendim istedim ama valla küçük bir çocuğun aklına uyarak yapılacak bir iş değil. Biraz pişmanım, okusaydım biraz daha iyi olabilirdi hayatım. Şimdi geleceğimi riskle yönlendiriyorum. Ama risk almayan kahraman olamaz.”

“İNŞALLAH GÜZEL GÜNLERİM OLUR”

Mersin’de, elektrik bölümünde okuyan 16 yaşındaki öğrenciyle de telefonla konuşuyoruz. Konuşmamızın başı epey tutuktu, sonra yavaş yavaş açıldı. Bir önceki çalıştığı yerden psikolojisi bozulduğu için ayrıldığını anlatıyor:

“Çalışma saatlerim belli değildi. Patron sinirliydi, genelde bağırırdı. İki yıl orada çalıştım. Hakaret ederdi, zekamı küçük görürdü. Salak derdi herkesin içinde. Bir şey diyemiyordum. İşe gidesim gelmiyordu, uyuyamıyordum, kalkasım da gelmiyordu. Aylığımı istediğimde, ‘Atacağım zaman söylerim, siz niye işime karışıyorsunuz!’ diyordu. Verdiği 6 bin 632 TL para devletin verdiği para. İki yıl boyunca sadece bir ay 4 bin TL harçlık verdi; o da son ay çıktığımda.

Sabah 7’de iş başlardı, akşam değişirdi. Yemeği kendileri yapardı. Denetime gelen hoca sadece devamsızlık var mı diye sorup giderdi. Hiç denk gelmedik, o geldiğinde biz arızaya gitmiş oluyorduk.

Artık dayanamayınca aileme anlattım, onların desteğiyle çıkışımı aldım. Babam camcı, annem tarlaya yevmiyeye gidiyor. Beş kardeşiz. En büyükleri benim. 14 yaşından beri çalışıyorum. Şimdi çalıştığım yerdeki insanlar iyi. İnşallah güzel günlerim olur. O günler gelir.”

“OKULUM HAYALET OKULDU, HİÇBİR ŞEY ÖĞRETMEDİLER”

Bazı öğrencilerin anlattıkları ise meslek liselerinde eğitimin kalitesi ve öğrencilere gösterilen ilgi konusunda ciddi soru işaretleri doğuruyor. Artvin’in Arhavi ilçesinde Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nden mezun olan 17 yaşındaki mobilya bölümü öğrencisi onlardan biri.

Telefonda konuştuğum genç, eğitim gördüğü okulu “hayalet okul” olarak tarif etti. Okulda mesleki eğitim verilmediğini şu sözlerle anlattı:

“Okuduğum okulda mobilya dışında her işi yaptırıyorlardı. Mesela bir gün bahçedeki tuğlaları söküp yeniden takmamızı istediler, gün boyu tuğla taşıdık. Hocaların diplomaları olduğundan bile şüpheliyim; öğrencilerle ilgilenmezlerdi. Hiçbir şey öğrenemedik. Malzemeler paslıydı, temel bilgileri bile öğretemediler. Dört yılım boşa geçti.

Stajda şanslıydım, ustamdan çok şey öğrendim. Son yıl bizden okula dolap yapmamızı istediler, malzemeyi de çalıştığımız yerden getirmemizi söylediler. Çekinerek, yüzüm kızararak malzeme istemek zorunda kaldım.”

“BEDAVADAN ÇALIŞAN OLARAK GÖRÜLÜYORUZ”

15 yaşındaki R. İ, TOKİ Ali Duran Kız Meslek Lisesi Grafik Tasarım öğrencisi. Esenyurt’ta bir fotoğrafçıda çalışıyor:

“Ben iyi bir patrona denk geldim ama çoğu yer bizi bedava çalışan olarak görüyor. Öncesinde başka bir yerle iş görüşmesi yaptım. Onlar beni işe almadılar, daha çırak olduğumu, hiçbir şey bilmediğimi, deneyimli bir eleman aradıklarını söylediler ama yasal olarak bize işi onların öğretmesi gerekiyor.

Benim bir hayalim yoktu, hoca böyle bir dal var ister misin dedi. Tamam dedim, ama şimdi memnunum.”

Denetimleri ise “Formu bize gönderiyorlar, hoca nadir uğruyor. 1,5 yılda iki üç kez geldi, imza alıp çıktı” diye anlatıyor.

14’ÜNDEN SONRA ARTIK ONLAR SANAYİNİN ÇOCUKLARI

İki gün sonra yine Gaziosmanpaşa, Sanko Oto Sanayi Sitesi’ndeyim. Kimi dükkanların önünden, işverenlerin beni tanıyacaklarını düşündüğümden hızlıca geçmek zorunda kaldım. Çocuklarla ise göz ucuyla selamlaştık. Orada olduğum iki saate yakın sürede konuşabildiklerim şöyleydi:

E.A., 15 yaşında. Günde 11 saat olmak üzere haftada altı gün çalışıyor.

Bir diğer genç 21 yaşında. 14 yaşından beri çalışıyor. Daha çocukken başlamışsın deyince, “Normal abla” diyor.

A.Ş., 16 yaşında. Haftada 6 gün olmak üzere bir senedir çalışıyor. “Okul beni çok sarmıyor, burası daha iyi abla,” diye anlatıyor.

M. B. Ş., 16 yaşında. “Okulu bırakmak istedim, buraya geldim,” diyor.

K.Y., 15 yaşında. “Altı yaşımdan beri sanayideyim” deyince yanımızdaki işveren ekliyor: “Baba mesleği olduğu için.”

Şakayla karışık patronun nasıl diye soruyorum: “Gerçi burada ama…”  Çocuktan önce işveren yanıtlıyor: “Ben arkadaş gibiyim. Sanayide kötü davranan illaki vardır. Sanayi burası. Ben de dayak yedim, iyi ki de yemişim yani. Adam olmazdım, bizim iş öyle.”

Y. C. A., 15 yaşında. İki yıldır oto sanayide çalışıyor. O da diğerleri gibi haftada altı gün sanayide. “Liseye gittim baktım olmuyor, dedim adamakıllı bir meslek öğreneyim, ilerde dükkân sahibi olurum. Bir gün tatil az geliyor, keşke iki gün olsa ama yapacak bir şey yok, bütün sanayi böyle. Pazar günleri de evde yatıyorum. Her zaman şükür der, geçerim abla.”

O. K., 16 yaşında. Bir seneye yakındır çalıştığını söylüyor. “Normal okul okuyamadım, bir diploma almak için buraya geldim. Memnunum,” diyor.

E. Ç., 17 yaşında, 5 yıldır çalışıyor. Sabah 08:30 giriş, akşam 20:00 çıkış. O da diğerleri gibi haftanın altı günü çalışıyor. “Ustayım abla. Memnunum. Okumayı istemiyordum zaten.” O diğerlerinden farklı. Hal ve tavırlarında çocuk oluşuna dair hiçbir iz kalmamış. Yanındaki diğer çocuklara işi öğreten de o. Kendisi kareye girmiyor, işi öğrettiği gençleri gösteriyor.

B. K., 15 yaşında, 13 yaşından beri çalışıyor. O da diğerleri gibi günde 11 saat çalışıyor.

Konuştuğum tüm çocukların devletten aldığı ücret 6 bin 632 TL. İşverenin verdiği harçlık değişiyor. Çoğuna ne kadar aldığını soramadım. Fırsat bulup, sorabildiklerimden biri “Kimse birbirinin maaşını bilmesin diye söyletmiyorlar” dedi.

Son 11 yılda iş cinayetlerinde ölen çocuk sayısı 754. Türkiye’de yaklaşık 2 milyon çocuk işçi var. İSİG Meclisi raporuna göre, son bir buçuk yılda MESEM kapsamında çalışan en az 12 çocuk yaşamını yitirdi. “En az” denmesi, olası eksik kayıt ya da bildirilmeyen, işverenin ivedilikle üstünü kapadığı vakaların da olabileceği anlamına geliyor.

Sanko Sanayi Sitesi’nin birkaç girişi var. Çıkışını kullandığımın kapıda büyükçe bir cami vardı. Sanki din ve emek sömürüsü aynı karede birbirini tamamlıyor, biri diğerinin üzerini örterek, meşrulaştırarak düzeni sürdürüyor gibiydi. Gördüğüm, çelişki gibi duran ama aslında birbirini besleyen bir düzenin manzarasıydı.

ÖZBAY: AYNI EVDE DEDE DE VELİ DE ÇOCUK DA ÇALIŞIYOR

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, ekonomik yoksunlukların çocukları erken yaşta iş gücüne ittiğini söylüyor:

“Yoksul aileler üniversiteye gönderemiyor, suça bulaşmasın, kısa sürede meslek edinsin diye düşünülüyor. Bu okullar aslında mecburi istikamet oluşturuyor. Aynı evin içerisinde emeklisi de çalışıyor, dede de çalışıyor, veli de çalışıyor, çocuk da çalışıyor.”

Özbay, hükümetin “Aile Yılı” söylemini hatırlatarak, “Birden fazla kişinin çalışarak aile bütçesini sürdürebildiği bir tabloyla karşı karşıya kaldık” ifadelerini kullandı.

“HER ÜÇ GENÇTEN BİRİ NE EĞİTİMDE NE İSTİHDAMDA”

Eğitim-İş Genel Başkanı, 17 yaşını doldurmuş her üç gençten birinin ne eğitimde ne istihdamda olduğunu vurgulayarak, “Ama şimdi çocukların istihdamından bahsediyoruz. Bu büyük bir utançtır. Bunun sebeplerini ortadan kaldırmak yerine, ortaya çıkan sonuca bakarak sanki bir fırsat yaratıldı gibi davranılıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Özbay’a, konuştuğum çoğu gencin kendilerini başarısız buldukları, okuyamadıkları için MESEM’i tercih ettiklerini ifade ettiklerini anlatıyorum.

Özbay, çocukların başarısızlığı ya da devamsızlığı gibi sorunların büyük çoğunluğunun yoksulluk ve toplumsal koşullardan kaynaklandığını dile getirerek, “Eğitimin işi şu değildir; bu çocuk başarısız, o zaman oto sanayiye gönderelim. Bu çok gerici, akıl dışı, bilim dışı bir zihniyet” diye konuştu.

“CUMHURİYET’İN MANTIĞI TERSİNE ÇEVRİLİYOR”

MESEM uygulamasını eleştiren Özbay, “Cumhuriyet’in mantığı neydi? Bey çocuğu bey, ırgat çocuğu ırgat olarak kalmasın. Yoksulun çocuğuna ‘işçisin sen işçi kal’ böyle bir bakış açısı getiriliyor” ifadelerini kullandı.

Özbay ayrıca, bu sistemin çocuklarda ciddi psikolojik sonuçlar doğurduğunu vurgulayarak, “16 yaşında bir çocuğun, fiziksel anlamda kendinden çok daha ağır işlerde çalışması hem psikolojik travmalara yol açıyor hem de büyük riskler barındırıyor. MESEM’de çocuklar hayatını kaybediyor, biz daha yaralananları bilmiyoruz. Psikolojik etkileriyle ilgili ise zaten tespitlerimiz yok” dedi.

İSİG: “DEVLETİN DENETİMİ YOK”

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) Genel Koordinatörü Murat Çakır da, öğretmenlerin çocukların çalıştığı iş yerlerini denetlemesinin pratikte mümkün olmadığını belirterek, “İşçiler için bile iş güvenliği sıkıntımız var, bir de bunu çocuklara uyarlayınca tablo daha vahim hale geliyor” dedi.

Çakır, çocukların hangi koşullarda çalıştığının bilinmediğini ifade ederek, “Bu çocuklar nasıl yerlerde çalışıyor, nasıl işe gidiyor, ne yiyor, ne içiyor, patronu ya da ustası nasıl davranıyor? Angarya işler yaptırılıyor mu? Bunları bilmiyoruz” şeklinde konuştu.

Denetim eksikliğine dikkat çeken Çakır, “Devletin bütün iş yerlerinde denetim zorunluluğu var ama mevcut iş müfettişi sayısıyla bu mümkün değil. MESEM’lerin çoğu informel sayılabilecek küçük işletmelerde. Bu yerlerde iş güvenliği önlemi yok, çocuklar asgari ücretin üçte biriyle çalışıyor. Çalışma koşulları patronun iki dudağının arasında belirleniyor” ifadelerini kullandı.

(HABERİN KISALTILMIŞ HALİYLE YAYINLANDIĞI MECRA T24, YAYINLANDIĞI TARİH 18 KASIM 2025)

 

Close